Iğdır Adının Kaynağı
Iğdır'ın adı;
24. Oğuz boyundan 21.sayılan İç-Oğuzlar Üç-Ok koluna mensup Oğuz Han'ın altı
oğlundan biri olan Cengiz ALP'ın en büyük oğlu olan 'Iğdır Bey' den
gelmektedir. Bu boyun ilkbaşbuğ'u Iğdır Bey'dir. Iğdır, kelime olarak 'iyi,
büyük, ulu, yiğit başkan vebahadır' gibi anlamlara gelmektedir.
Tarihçesi
Kars iline bağlı bir ilçe iken,
ekonomik, sosyal ve coğrafi özellikleri dikkate alınarak, 27.05.1992 tarih ve
3806 sayılı kanun hükmünde kararname ile Türkiye'nin 76. ili olmuştur. Doğu
Anadolu Bölgesinin doğusunda yer alan ilimizde, asırlar boyu birçok medeniyetin
ve uygarlıkların hüküm sürdüğü, bıraktıkları tarihi kalıntılardan
anlaşılmaktadır. Günümüze kadar; Urartular,
Sakalar, Moğollar, Sasaniler, Selçuklular, Karakoyunlular ve Osmanlı İmparatorluğu'nun
kültürleri ilimizde hayat bulmuştur ve izleri hala yansımaktadır.14 Ekim 1920
tarihinde Kazım Karabekir
komutasındaki ordumuz tarafından Ermeni işgalinden kurtarılarak anavatan
topraklarına katılmıştır. Iğdır ile ilgili olarak bugüne kadar yapılan çeşitli
arkeolojik ve prehistorik (tarih öncesi)
araştırmalar, bölgedeki yerleşmelerin
insanlık tarihi kadar eski olduğunu, bölgenin bir çok medeniyete ve uygarlığa
beşiklik ettiğini ortaya koymaktadır. Iğdır Ovası'nda bulunan kara obsidiyen
taş aletlerle, çakmak taşından yapılmış aletler, mezolitik (yontma taş) devrin
bölgede de yaşandığını göstermektedir. Bölgenin ilk yerleşik kavmi, MÖ.
5000-4000 yıllarında Orta Asya'dan geldikleri kabul edilen, bugünkü Azerbaycan, Sürmeli Çukuru ve Doğu Anadolu'da yerleştikleri sanılan HURRİLER'dir. Hurrilerden
sonra, MÖ.. 3000-2000 yıllarında MİTANNİLER,
ETİLER, ASURLAR, KİMMERLER, MEDLER, PERSLER, SÜMERLER ve SUBAİLER gibi kavimlerin Orta Asya'dan gelerek Ağrı Dağı yamaçları, Aras Nehri Havzası ve Doğu Anadolu'da ikamet
ettikleri sanılmaktadır. Bölge daha sonra sırasıyla; URARTULAR, İSKİTLER,
SELEVKOSLULAR, ARSAKLILAR, SASANİLER, ARAPLAR, BİZANSLILAR, SELÇUKLULAR, MOĞOLLAR, ÇİNGİZLER, İLHANLILAR, CELAYIRLILAR,
KARAKOYUNLULAR, AKKOYUNLULAR ve SAFEVİLER' in eline geçmiştir.
Yavuz Sultan Selim'in 1514'te Çaldıran Savaşı'yla Safevileri yenmesiyle birlikte
bölge de Osmanlı idaresine girmiştir. Osmanlıların 1583'te Revan'ı (Erivan) fetihlerinden
sonra, bugünkü Iğdır, Tuzluca ve Aralık ilçelerinin idaresi"Aralık
Kazası" adıyla Revan Eyaleti'ne bağlanmıştır. İranlılarla yapılan savaşlar
sonunda imzalanan 1736 tarihli İstanbul Antlaşmasından sonra 1827'ye kadar İRAN
idaresinde kalan bölge, 1877-1878 Osmanlı-Rus savaşı (93 harbi) sonunda 42 yıl
Rus işgaline maruz kalmıştır. 1917 Ekim Devriminden, Bolşevik İhtilali sonra içine
düştüğü siyasi bunalımdan kurtulamayan Rusya'nın diğer devletlerle Brest-Litovks
muahedesini imzalamasıyla bölge, tekrar Türklere geçmişse de 30 Ekim 1918
tarihli Mondros Mütarekesiyle Türk orduları bölgeden çekilince bölge
Ermeniler'in mezalimine sahne olmuştur. Nihayet, 14 Kasım 1920'de 15. Kolordu
Komutanı Kazım Karabekir
komutasındaki kahraman Türk ordusunca bozguna uğratılan Ermenilerin Aras Nehri'nin
kuzeyine püskürtülmesiyle birlikte, Iğdır ve çevresi de kesin olarak Türkiye'nin
mukaddes topraklarının ayrılmaz bir
parçası haline gelmiştir. Nitekim, Iğdır'da 14 Kasım tarihleri ilin düşman
işgalinden kurtarılışının yıldönümü olarak her yıl törenlerle kutlanmaktadır.
Iğdır, Iğdır ilinin merkezi olan şehir. Türkiye'nin Doğu Anadolu Bölgesi'nin
Erzurum - Kars Bölümü'nde yer almaktadır. 27 Mayıs 1992 tarihinde Kars ili'nden
ayrılarak Türkiye'nin 76. ili
olmuştur. İl merkezi 3 beldeden ve 50 köyden oluşur. Merkez ilçe nüfusu 2000
sayımları itibarıyla yaklaşık 60.000'dir.
Önemli bir
kültür kavşağında bulunan il Ermenistan, Azerbaycan ve İran ile sınır
komşusudur. Ancak Iğdır ilçe merkezi bu
üç ülkeden sadece Ermenistan ile komşudur.
Türkiye'nin
en yüksek dağı olan Ağrı Dağı'nın yüz ölçümünün üçte biri, il merkezine bağlı
Suveren köyü'nün sınırları içindedir. Ayrıca Ağrı Dağı ilin her köşesinden
rahatlıkla görülebilmektedir.
Türkiye'nin
doğusunda Ermenistan ile sınırı belirleyen Aras Nehri, Arpaçay ile birleştikten
sonra Iğdır sınırları boyunca akar. Bu nehir Iğdırlıların bir nevi hayat
damarıdır.
Coğrafya
İklim ve bitki örtüsü
Iğdır'ın
iklimi Doğu Anadolu tipi Akdeniz İklimi'dir. Şehrin ovalık kesimleri, Doğu
Anadolu Bölgesi'nin öteki kesimlerinde görülen şiddetli kara ikliminden fazlaca
etkilenmez. Bunun en önemli nedeni çevresinde bulunan Ağrı Dağı gibi yüksek
alanlara göre alçakta olmasıdır. Kuytu konumuyla mikroklima oluşturan Iğdır
Ovası'nda yer alan Iğdır kentinde yıllık ortalama sıcaklık 11,6°C'dir. Oysa
yalnızca 170 km uzaklıktaki Kars'ta bu ortalama 4,2°C'dir. Ovada kışlar,
Erzurum-Kars yaylasına göre daha yumuşak, yazlar ise daha uzun ve sıcak geçer.
Kentte kışın -30°C'ye kadar düşen ve yazın da 41°C'yi aşan hava sıcaklıklarına
rastlanır. Kuytuluğu yüzünden ülkemizin en az yağış alan yörelerimizden
biridir. Özellikle yarı kurak iklime sahip olması bitki örtüsü Doğu Anadolu'nun
tipik bitkisel örtüsü olan bozkır olmasına yol açmıştır. Orman açısından
ülkemizin en yoksul bölgelerinden biridir.
Iğdır Rasat
İstasyonu'nun 16 yıllık ölçüm sonuçlarına göre, bölgede havanın yıllık ortalama
bağıl nem değeri %63'ü bulmaktadır. Bağıl nem oranı, yıl içinde en yüksek
değerini Aralık ayında (%73), en düşük değerini de Temmuz ayında (%53) ulaşmaktadır.
Yıllık toplam 98.8 açık güne sahip bulunan Iğdır'da, bu gibi günlerin yıl
içinde en çok görüldüğü ay Ağustos (16.3 gün), en az görüldüğü ay ise Nisan'dır
(4 gün). Bölgede açık günler en fazla Haziran ile Ekim arasındaki aylarda
görülür. Buna karşılık yılda 65.8 günü bulan kapalı havalar, 10 günün
üzerindeki ortalamasıyla en çok Aralık, Ocak ve Şubat aylarında görülmektedir.
Kültür ve sanat
Iğdır il
merkezinde merkez ilçe ve Melekli beldesinde olmak üzere toplam 2 adet Halk
Kütüphanesi mevcut olup, bu kütüphanelerde kitap ve süreli yayın bulunmaktadır.
Kültürel ve
doğal zenginlikler
Kaleler
En son yapılan araştırmalar göstermiştir
ki İğdır ili kale bakımından oldukça zengindir. Bunlardan bir kısmı tarihi
kaynaklarda kendine yer bulmuştur. Tarihi kaynaklarda adlarına rastlanmayan
kaleler daha çoktur. Kaleler daha çok dağlık alanlarda yoğunlaşmışlardır. Söz
konusu kalelerden bir kaçı ile ilgili bilgi verip diğerlerini ismen zikr
edeceğiz. Ağrı dağı eteklerinde birbirinden takriben 12-13km aralı iki kale
bulunmaktadır. Melekli beldesinin dağlık kısmında kale kalıntıları mevcuttur.
Yine aynı beldenin sınırları dâhilinde şehir merkezine 7 km mesafede belde
sakinlerinin Kasımın Tığı diye adlandırdıkları bir başka kale vardır. Bu
kalenin parelelinde örgülü tepe kalesi diye adlandırılan bir başka kale
yıkıntısına rastlanmaktadır. Ağrı dağının batı eteklerinde yöre halkının
sonradan Ata Tepe kalesi olarak adlandırdıkları başka bir kale mevcuttur. Caf
kalesi Iğdır-Doğubeyazıt karayolu üzerinde bulunmaktadır. İrili ufaklı diğer
kaleler arasında Suveren kalesi, Kervansaray kalesi, Kızılkule kalesi,
Güngörmez kalesi, Alikoçek kalesi, Aktaş kalesi. Sürmeli köyündeki kale,
Gazilerdeki Kız kalesi, Alçalı kalesi, Yüceotağ kalesi, Demirsıkan kalesi,
Galaca kalesi. Kandilli kalesi, Şedik kalesi, Aşık Hüseyin köyü kalesi, Aslanlı
kalesi. Gedikli kalesi, Katırlı kalesi, Ekerek kalesi. Yağlı kale, Zarifhane
kalesi sayılabilir. Bunlar daha öncede zikr edildiği gibi ipek yolu güzargahmda
bulunan savunma amaçlı kale ve kulelerdir. Bunlara ilave olarak; Korgan, Gül
Ahmet, Doğanyurt, Aliköse, Güngörmez köylerinde kalıntıları bulunan kalelerde
ilave edilebilir.
- Iğdır Korganı (Korhan Kalesi) :
İğdır şehir merkezinin 36 km. doğusunda, Ağrı Daği'mn kuzey yamacında
bölgeye hâkim bir tepe üzerinde yer almaktadır.
Kalenin ilk yapım evresi ve hangi uygarlık zamanında yapıldığı
bilinmiyor. Ancak kalenin varlığının 1064 yılından öncesine dayandığı, bu
tarihte Büyük Selçuklular tarafından fethedildiği bilinmektedir74.
Ne zaman ve kimler tarafından inşa edildiği bilinmeyen İğdır Kalesi,
(İğdır Korganı)' nın adı kaynaklarda da pek sık geçmemektedir. Bu kale
hakkındaki bilgileri ancak sınırlı sayıdaki kaynaklardan öğrenebilmekteyiz.
Bunlardan birinde kalenin fethi şöyle anlatılmaktadır. Şehzade Melih Şah
ordusu, Ani Vilayeti' nde (Aras'ın sağında ) Rumların elinde bulunan bir kal'a
ya ( İğdır Korganı'na )75 hücum ettiler kî, orada Rumların okçuları
bulunuyordu. Bunlar Müslüman askerlerden birçoğunu öldürdüler. Sonra
Nizamülmülk ve Horasan-Amidi atlarından indiler, piyade oldular. Sultan Melih
Şah bir ok atarak Kal'a nın Emİri'ni boynundan vurdu. Kâfirler, taşla müdafaa
ettiler; nihayet yüksek bir tepeye (Ağrı Dağı'na) doğru gittiler, kaçtılar,
dağların tepelerine doğru tırmanıp çıktılar. İslam askeri galip gelerek,
(kalede buldukları müdafilerin) hepsini kılıçtan geçirdiler, hiç birini sağ
bırakmadılar. Buna müteakip Melih Şah, Sürmari denilen kal'a ya gitti. Bu
kal'ada akarsular ve bostanlar vardı, burasını da fethetti"76.
İspanya kralı tarafından Timur'a gönderilen elçi Clavijo, 1404 yılı
Mayıs ayında gördüğü İğdır Kalesi ve Ağrı Dağı'nı şöyle anlatmaktadır.
"Ertesi gün (Cuma) Sürmari'den hareket ettik. Yolda, bir kayalık üzerinde
kurulmuş kaleye rastladık. Dul bir kadın bu kalenin sahibesi idi ve Timur'a
vergi veriyordu. Eskiden burada eşkıya barınmaktaymış. Ve bunlar, o civardan
gelip geçen yolcuları soymakla geçiniyorlarmış. Timur buradan geçiyorken,
kaleye hücum ederek zaptetmiş ve eşkıyanın reisini öldürtmüş. Sonra da kaleyi
reisin zevcesine bırakmış. Timur giderken, kalede tekrar eşkıya barınmaması
için bütün kapıları söktürmüş ve bir daha buraya kapı yapılmamasını emretmiş.
Biz buraya vardığımızda, gerçekten kapı namına bir şey yoktu. Bu kalenin ismi
İğdır'dır. Ararat Dağı'mn ucunda bulunan bu kale, Hazreti Nuh tarafından
yapılmış olan geminin tam durduğu yerdedir. Bu Ararat Dağı da Trabzon'dan beri
gördüğümüz diğer dağlar gibi çırılçıplaktır. İğdır Kalesi'nin sahibesi bize çok
iyi misafirperverlik gösterdi, o gece ağırladı ve bütün ihtiyaçlarımızı temin
etti. 31 Mayıs cumartesi günü İğdır'dan yola çıkarak, Nuh'un Gemisi' nin
durduğu dağa vardık. Bu dağ son derece yüksek ve tepesi kar ile Örtülüdür. Her
tarafa kar yağmıştı ve vadiier çıplaktı. Buralarda orman yok. Bununla beraber
yerlerde bol çayır, çalı vardır ve bunlar arasında birçok ırmak akmaktadır.
Dağın arkasmdaydık ve yolda bir takım harabe ile gayet iri taşlardan yapılmış
temellere rast geliyorduk. Dağın eteğindeki vadilerde bazı böcekler
bulunmaktaydı ki, bunlarla ipekler kırmızıya boyanırmış. Tepeler üzerinde bir
şehir harabesi gördük. Buranın asırlardır boş bulunduğu anlaşılıyordu. Harabe
enkazı bir fersah kadar uzanmaktaydı. Buralarda rastladığımız insanların bize
bildirdiğine göre, bu enkaz Hz.Nuh'un Oğullan tarafından inşa olunan şehir
kalıntısıdır.
Bu harabenin aşağısında uzanan ova içinden suyolları geçiyordu. Ötede
beride ağaçlar vardı. Her tarafta pınarlar fışkırmaktaydı.
Ararat Dağı'nın çok yüksekte ve dik bir zirvesi vardır. Bulutlardan
dolayı bu zirveyi göremiyorduk. Burası yaz kış böyle sis içindedir. Sebebi
dağın yüksekliğidir. Bu gün burada, hoş bir fıskiyenin karşısında dinlendik.
Sular bir kayadan fışkırıyordu. Biz burada otururken bulutlar dağıldı. Ve bütün
dağ silsilesinin tepelerine kadar görebilmek imkânı elde ettik. Çok geçmeden
bulutlar tekrar toplandı ve her tarafı kaplayıp kapattı. Ararat'ın zirvesine
yakın olarak küçük Ararat'ın zirveleri görünüyor. Bu dağın zirvesi dimdiktir.
İki dağın arası bir heybeye benziyor. Bize anlatıldığına göre, Nuh'un gemisi burada
durmuştu. İki Ararat zirvesi arasında heybe gibi uzanan yer daima karla
kaplıdır"77.
Ağrı Dağı'nın hemen kuzey tarafında bulunan kale bütün bölgeye hâkim,
kayalık bir tepe üzerine inşa edilmiştir. Kale bugün oldukça harap
durumundadır. Günümüze sur duvarlarından çok az kalıntı ulaşabilmiştir.
Günümüze ulaşabilen kalıntılardan yola çıkarak, güç te olsa kalenin ve şehir
yerleşiminin genel bir profilini çıkarmak mümkündür. Buna göre kale iç ve dış
olmak üzere iki kısımdan oluşmaktadır. Günümüze ulaşan kalıntılardan dış
kalenin Ağrı Dağı'nın kuzey tarafına, yani güneye doğru uzandığı
anlaşılmaktadır. Geniş bir alanı kaplayan kalede yaptığımız incelemelerde
çeşitli ebattaki taşlarla değişik duvar örgü sistemi tespit ettik. 2 metreye
yaklaşan duvar kalınlığı ile surların temellerinde Urartu dönemini hatırlatan
büyük blok taşların kullanıldığı görülmektedir
Kalede yaşayanların yiyecek ve su ihtiyaçlarını karşılamak için yapılan
bu mimari yapılardan erzak deposu, ortadaki daha küçük olmak üzere üç bölüme ayrılmış
olup, düzgün kesme taşlarla örülmüştür. Bugün yıkık durumda olan erzak deposu
ancak bir fikir verebilecek ölçüde günümüze ulaşabilmiştir. Erzak deposuna
hemen bitişik inşa edilen su kuyularından bir tanesi büyük oranda dolmuş olup
bir fikir vermemektedir. Diğer su kuyusu ise kısmen dolmuş olup, düzgün siyah
taşlarla yapılmış ve içerisi Horasan harcıyla sıvanmıştır. İç kalede bu erzak
deposu ve su kuyularından başka bir mimari yapının varlığı belli olmamaktadır.
Kalenin genelinde ayakta kalabilen surların en büyük parçası iç kalede
karşımıza çıkan ve düzgün kesme taşlarla yapılmış olan yuvarlak formlu kuledir.
Kavimler arsında el değiştirerek tarihi bilinmeyen bir geçmişten 1664
yılma kadar gelen İğdır Kalesi ve Şehri, 1664 baharında çok şiddetli ve korkunç
bir depremle sarsılmış. Şiddetli deprem yedi gün yedi gece sürmüş. Bölge dâhil,
Azerbaycan'da elli binden fazla insan hayatını kaybetmiş. Kale ve şehir
yıkılıp, yerle bir olmuştur78. Depremden sağ kurtulanlar bugünkü İğdır'a gelip
yerleştiler ve ovada İğdır'ı aynı adla tekrar kurdular.
KARAKALE (
SÜRMELİ KALESİ )
İğdır il merkezinin 25 km. batısında, Tuzluca-Iğdır arasında, Araş
ırmağının güneyinde, bugünkü İğdır Tuzluca karayolunun Tuzluca istikametinde
sağda, ovaya hâkim bir tepecik üzerinde yer almaktadır.
Sürmeli Kalesi'ni kimlerin, hangi tarihte yaptırdığı bilinmemektedir.
Ancak kalenin 1064 yılından önce var olduğu ve bu tarihte Büyük Selçuklular
tarafından fethedildiğini biliyoruz79. Selçuklu tarihi
Ahbarü-d-Devletis-Selçukiyye, bölgedeki kalelerin hepsinin adını vermemekle
birlikte, Karakale hakkında az da olsa bir bilgi vermektedir. Bu kaynakta da
kaleyi yaptıranlar hakkında herhangi bir bilgi verilmemiştir.
Kale'yi inşa eden ustalar hakkında hiçbir bilgiye sahip değiliz.
Kaynaklarda da bu kalenin şekillenmesinde çalışan ustalardan bahsedilmemiştir.
Bugün ayakta kalan surların üzerinde ve kale yerleşim bölgesinde hiçbir
kitabeye rastlanılmamıştır.
Karakale'nin ne zaman yapıldığı bilinmemektedir. Ancak Orta Çağ'da da
sık sık anılan ve Dede Korkut hikâyelerinde de adı geçen bölgedeki önemli bir
kaledir. 1044 yılına kadar Ani Bagrathlan'mn elinde olan Sürmeli Kalesi ve
Sürmeli Çukuru, 1044 yılında Şeddatlı Gence ve Divin Emirliği yönetimi altına
girmiş, bölge 1047 yılında da Bizanslıların topraklarına katılmıştır. 1047-1064
yıllan arasında Bizans hâkimiyetinde kalan bölge, 1064 yılında Büyük
Selçukluların hâkimiyeti altına girmiştir. Sürmeli Çukuru bölgesi ve kalesinin
Büyük Selçukluların eline geçmesini Selçuklu kaynaklarından aktaralım: "Büyük
Selçuklu Sultanı Alp-Arslan 22 Şubat 1064 de Rey'den, Azerbaycan'a harekât
etti. Askerlerle birlikte yöredeki dar geçitlerden ve dağ yollarından geçerek
Nahçıvan'a vardı. Sultan, Araş Nehrİ'ni geçmek İçin gemiler yapılmasını
emretti. Sultan, asker toplama ve gemi yapımı işini hallettikten sonra
Gürcistan seferine çıktı. Ordudaki yerine oğlu Melikşah ve veziri Nizamülmülk'ü
tayin etti".
"Nizamülmülk yanında olduğu halde Melikşah, elindeki ordu kolu ile
Nahçıvan'm batı komşusu Sürmeli Çukuru'na, Ağrı Dağlan kuzeyine girdiler.
Sultanın oğlu Sultan Celalüd-Devle Melikşah ilerleyerek bir kalaya ( İğdır)
hücum ettiler ki, orada Rumların okçuları bulunuyorlardı. Bunlar, Müslüman
askerlerden birçoğunu öldürdüler. Sonra, Nizamülmülk ve Horasan Amidi,
atlarından indiler, piyade oldular; Sultan Melikşah, bir ok atarak kalenin
emirim boynundan vurdu. Kâfirler kendilerini taşlarla müdafaa ettiler. Nihayet
yüksek bir tepeye doğru gittiler; kaçtılar, dağların tepelerine tırmanıp
çıktılar. İslam askeri galip gelip, kalanların hepsini kılıçtan geçirdiler,
Hiçbirini bırakmadılar".
''Buna müteakip Melikşah Sürmari denilen kaleye gitti. Bu kalede
akarsular ve bostanlar vardı, bunu fethetti. Bunun yakınında bir kale daha vardı.
Melikşah bunu da fethedip, sonra harap etmek istediyse de, vezir Nizamülmülk;
müslümanlar için bu muhkem bir kale, sağlam bir üsttür ve huduttur diyerek,
bundan men etti".
1156 yılında Ani tahtına geçmek isteyen Fedlün, ağabeyisi Şeddad'ı
şehirden kaçırıp hükümete başladı. Fahrettin Şeddad da burada kalmayarak
dayısının bulunduğu Sürmeliye gitti"80.
1223 ağustos-eylül ayında Armenia bölgesinin Ahlat şehrine bağlı Sürmeli
Kalesi emiri olan zat, o günlerde Ahlat emiri olan Şehabuttin Gazibel Adil
EbibekrBin Eyyub'in yanma gitmişti. Kalesinden ayrılıp geldiğinde Sürmelimde
ona vekâlet etmek üzere emirlerinden birisini bırakmış, etrafına topladığı
askerlerle birlikte Gürcüler'in ülkesine akın edip, birçok Gürcü köyünü
yağmaladıktan sonra geri dönmüştü.
Gürcüler bu olup bitenleri duymuş, bunun üzerine de Divin Emiri Selve
adındaki Gürcü hükümdarı askerlerini toplayıp Sürmeli Kalesi'ne doğru yürümüş
ve kaleyi günlerce muhasara etmiştir. Selve Sürmeli Kalesi'nin çevresini
yağmaladıktan sonra geri dönmüştü.
Sürmeli Emiri Gürcülerin bu saldırısını haber alınca derhal kalesine
doğru yürümüş ve Gürcülerin oradan ayrıldıkları gün kendisi de Sürmeli'ye
ulaşmıştı. Hemen askerlerini alıp Gürcüleri takibe koyulmuş ve onlara karşı
giriştiği saldırıda birçok insanı öldürdüğü gibi, bir hayli ganimet almış,
hatta giden mallarının bir kısmını kurtarmıştı81.
13-16 Aralık ramazan bayramını Tebriz'de geçiren Harzemşah Mengüberti
Sürmari emirine, yurduna dönmesi için izin verip, hastalanmış bulunan Baş-Divan
Kâtibi/Beğlikçisİ Muharnmed Nesevi'yi ordusuna hareket üssü ve saltanatına
ikinci merkez edindiği Sürmari şehrinde bıraktı82. Nesevi rahatsız olduğu için
Tiflis seferine katılamadığını, Sürmari şehrinde oturup buraya gelip giden
elçilerden divana girip çıkan her şeyden mesul olduğunu, şubat-ağustos ayları
arasında yedi ay boyunca Sürmari'de kaldığım belirtir8^.
Harzemşah, Sürmari şehrine dönünce Araş üzerindeki Sürmari Köprüsü'nün
tamir edilmesini ferman buyurdu; köprü, Beğlikçi Nesevi ile şehrin beylerinden
iki kişinin nezaretinde yaptırıldı. Sultan bu köprüden geçerek şehrin doğusunda
konakladı. Sonra da Ahlat üzerine akıncılar gönderen sultan, gelen yağma
mallarını Sürmari'deki ambarlara yığdırmıştır84.
1227 yılında Cingizlilerin eline geçen Sürmari şehri 1240 yılında Selçuklu
ordusunun şehre girmesiyle Selçuklular'a geçti. 1242 yılında Kara-Bahadır
isimli Cingizli bir komutan Ani'den hareketle Sürmari'ye hücum edip,
içindebulunan her şeyi yağmalamıştır .
1386 yılında Timur, ilk yakın doğu seferi sırasında Araş ırmağının sağ
kıyısında bulunan Sürmeli Kalesi'ni dört bir yandan kuşatarak almış ve kalenin
Tuman isimli Türkmen hâkimini esir etmiştir86.
Orta Çağın en mühim şehirlerinden biri olan Sürmari çok az kimse
tarafından anlatılmıştır. Bunlardan biri de CLAVİJO'dur. İspanyol elçisi
Clavijo, Timur'la görüşmek üzere İran'a giderken uğradığı Sürmeli şehri
hakkında şunları yazmaktadır: "Şimdi Sözmari/Surmari şehrini tarif
edeceğiz. Bize anlatıldığına göre, tufandan sonra kurulan ilk yer burasıdır.
Biz buraya, 29
Mayıs Perşembe günü öğle üzeri ulaştık. Surmari büyük bir şehirdir.
Ararat Dağı buradan altı fersah ötelere kadar uzanıyor. Nuh'un gemisi bu dağın
üzerine konmuştu. Araş Nehri'nin kenarında olan Surmari, bir taraftan derin bir
vadiyle çevrilmekte, diğer taraflarında da sarp dağlar yükselmektedir. Bu
bakımdan şehir son derece muhkem bir yerdedir. Kapısı üzerinde kuvvetli
kuleleri olan bir kalesi vardır. Kalesinin biri dış, biri de iç olmak üzere iki
kapısı vardır. Hakikaten bu Surmari şehri tufandan sonra kuru toprak üzerine
kurulan, ilk şehirdir. Burayı kuranlar, Nuh'un oğullarıdır".
"Şehirde yaşayanların anlattığına göre, bundan on sekiz sene evvel
bu gün, şehre hâkim olan Toktamış Han, burayı muhasara ederek gece gündüz
saldırmış. Muhasaranın 12. günü iki taraf anlaşmış. Anlaşmaya göre, Toktamış
Han gidecek, yani kendisi ve askerleri şehre girmeyecek, buna karşılık şehir
ona vergi ödeyecek. Toktamış bu şartı kabul etmiş, bir de, şehirdeki
savaşçılardan yansının Gürcülere karşı kendisinin yanında yer almasını istemiş.
Çünkü Toktamış, Gürcülerin Jorc nammdaki hükümdanyla savaşmak düşüncesindeydi.
Bunu kabul eden şehrin savaşçıları, dışarı çıkar çıkmaz Toktamış askerlerine
şehre hücum emrini vermiş. Şehre giren Toktamış askeri, şehrin surlarını yıkmış
ve karşı koymaya kalkışanları öldürmüştür. O zamanlar burada yaşayanların çoğu
Ermeni iken, bu gün onların yerini müslümanlar almış. Surmari'de eski yapılara
sık sık rastlanır. Ertesi gün (Cuma) Surmari'den hareket ettik"87.
Sürmeli Kalesi ve Şehri Timur'dan sonra Karakoyunlular'm idaresine
geçmiş ve Karakoyunlu İskender ile Kara Yusuf un Azerbaycan'ı almaları için
kışladıkları bir üs olmuştur88.
Ebu'I-Fida Sürmari'nin "Tiflis ile Ahlat arasında büyük bir
kale" olduğunu kaydetmektedir89. Sürmari/Sürmeli Kalesi 1664 ve 1840 yıllarında
meydana gelen ( özellikle 1664 depreminin çok şiddetli olduğu ve yedi gün yedi
gece sürdüğü belirtiliyor)90. Depremlerde büyük Ölçüde yıkıldığı anlaşılıyor.
Bugünkü veriler ışığında kale surlarının tam anlamıyla yerini ve şeklini
belirleyebilmek güçtür. Ancak kalan izlerden kalenin oturduğu arazinin konumu
bize belirli ipuçları vermektedir. Bu ipuçlarından yola çıkarak dış kalenin
genel Mayıs Perşembe günü öğle üzeri ulaştık. Surmari büyük bir şehirdir.
Ararat Dağı buradan altı fersah ötelere kadar uzanıyor. Nuh'un gemisi bu dağın
üzerine konmuştu. Araş Nehri'nin kenarında olan Surmari, bir taraftan derin bir
vadiyle çevrilmekte, diğer taraflarında da sarp dağlar yükselmektedir. Bu
bakımdan şehir son derece muhkem bir yerdedir. Kapısı üzerinde kuvvetli
kuleleri olan bir kalesi vardır. Kalesinin biri dış, biri de iç olmak üzere iki
kapısı vardır. Hakikaten bu Surmari şehri tufandan sonra kuru toprak üzerine
kurulan, ilk şehirdir. Burayı kuranlar, Nuh'un oğullarıdır".
"Şehirde yaşayanların anlattığına göre, bundan on sekiz sene evvel
bu gün, şehre hâkim olan Toktamış Han, burayı muhasara ederek gece gündüz
saldırmış. Muhasaranın 12. günü iki taraf anlaşmış. Anlaşmaya göre, Toktamış
Han gidecek, yani kendisi ve askerleri şehre girmeyecek, buna karşılık şehir
ona vergi ödeyecek. Toktamış bu şartı kabul etmiş, bir de, şehirdeki
savaşçılardan yansının Gürcülere karşı kendisinin yanında yer almasını istemiş.
Çünkü Toktamış, Gürcülerin Jorc nammdaki hükümdanyla savaşmak düşüncesindeydi.
Bunu kabul eden şehrin savaşçıları, dışarı çıkar çıkmaz Toktamış askerlerine
şehre hücum emrini vermiş. Şehre giren Toktamış askeri, şehrin surlarını yıkmış
ve karşı koymaya kalkışanları öldürmüştür. O zamanlar burada yaşayanların çoğu
Ermeni iken, bu gün onların yerini müslümanlar almış. Surmari'de eski yapılara
sık sık rastlanır. Ertesi gün (Cuma) Surmari'den hareket ettik"87.
Ebu'I-Fida Sürmari'nin "Tiflis ile Ahlat arasında büyük bir
kale" olduğunu kaydetmektedir89. Sürmari/Sürmeli Kalesi 1664 ve 1840
yıllarında meydana gelen ( özellikle 1664 depreminin çok şiddetli olduğu ve
yedi gün yedi gece sürdüğü belirtiliyor)90. Depremlerde büyük Ölçüde yıkıldığı
anlaşılıyor.
Bugünkü veriler ışığında kale surlarının tam anlamıyla yerini ve şeklini
belirleyebilmek güçtür. Ancak kalan izlerden kalenin oturduğu arazinin konumu
bize belirli ipuçları vermektedir. Bu ipuçlarından yola çıkarak dış kalenin
genel bir profilini çıkarmak mümkündür. Buna göre kale Araş Irmağı'nın güney
kenarında yer almaktadır. Araş Irmağı bu kesimde derin bir vadinin tabanında
akar. Kale. Irmağın hemen kenarında dik yarlar halinde yükselen kayalık tepenin
üzerinde inşa edilmiştir. Kuzey taraftan Araş Irmağı ile sınırlanan kale, güney
ve doğu taraftan derin bir vadiyle çevrilmiştir. Ancak kalenin bulunduğu
noktanın, ırmaktan oldukça yüksekte olması ve yine güney, güneybatı ve doğu
yönde uzanan derin bir vadinin kalenin hemen dibinden geçerek etrafım
çevirmesi, kaleyi bir tepenin üzerindeymiş gibi göstermektedir. Tabanında
kurumuş bir dere yatağı bulunan bu vadi bir kanyon görünümündedir. Bu şekilde
kalenin üç tarafı ırmak ve kuru vadiyle çevrili olup, sadece batı tarafı açık
düz araziye uzanmaktadır
Clavijo Seyahatnamesinde, kalenin son derece muhkem bir yerde olduğunu
ve kapısı üzerinde kuvvetli kuleleri olan kalesinin biri dış, biri de iç olmak
üzere iki kapısı olduğunu belirtir91.
Clavijo'nun seyahatnamesinde bahsettiği bir dış, bir iç kapının olduğu
sur duvarlarının izi, kalenin batı tarafında temel seviyesinde de olsa
görülebilmektedir. 2 m, kalınlığı bulan birinci sur duvarından geçtikten sonra,
yaklaşık 50 m. doğuda aynı kalınlıkta ikinci sur duvarıyla karşılaşılıyor. Bu
sur duvarından yaklaşık 30 m. ileride ise bugün kısmen ayakta olan iç kale yer
almaktadır.
İç kale 17x8m. ebadında olup, kuzey, doğu ve güney duvarlarının
kalınlığı 1.40 m. iken batı duvarının kalınlığı 2 m.dir. İç kale tamamen düzgün
siyah kesme taşlardan yapılmış olup, iç dolgu malzemesi olarak Horasan harcı
ile yoğrulmuş küçük moloz taşlar kullanılmıştır.
İç kalenin doğu duvarında biri yıkık durumda olan dört adet mazgal
penceresi dikkati çekmektedir. Ok atmak için yapıldığı bilinen bu mazgalların
kalenin düzlüğe açılan batı kısmı yerine kalenin iç tarafa bakan doğu duvarında
olması ilgi çekicidir
Karakale (İç
kale) ve doğudan görünüm
Sürmeli Kalesi'nin inşa tarzı ve kullanılan malzeme hakkında kısmen de
olsa bugün ayakta olan iç kale, bir fikir vermektedir. İç kalenin batısında, iç
kale ile ikinci sur duvarı arasında, bütün kale yerleşiminde olduğu gibi
niteliği anlaşılamayan yapı kalıntıları görülmektedir.
görülmektedir. Düzgün kesme taşlarla kaplanan kule de, iç kalede olduğu
gibi Horasan harcıyla yoğrulmuş, küçük moloz taşlar dolgu malzemesi olarak
kullanılmıştır. İçten tonoz örtülü kulenin dış örtüsü yıkılmıştır. Yine kulenin
güney taraftan düzlüğe açılan giriş kısmı da bir hayli harap durumdadır.
Kuzey, güney ve doğu taraftan tamamen doğal bir şekilde korunan kalenin
kuzey tarafında ikiz bir kuleyle, bir de sur ayağı olduğu anlaşılan bir
kalıntının dışında bugün başka hiçbir iz kalmamıştır
Karakale
kuzey doğal kayalıklar
Sürmeli Kalesi (Karakale), 17.03.1989 tarihinde Erzurum Kültür ve Tabiat
Varlıklarını Koruma Kurulu'nun 128 no.'lu kararıyla, askeri kale grup ve tanımı
ile koruma altına alınmıştır.
- Selçuklu (Harmandöven) Kervansarayı :
Iğdır İl
Merkezi'ni Asma Köyü'ne bağlayan yolun 25. kilometresinde bulunan kervansaray
12. yüzyıl Selçuklu taş işlemeciliğinin en güzel eserlerinden biridir. 1986
yılında koruma altına alınmıştır. Ancak hala harabe halindedir.
- Kültepe Mezarlığı :
İl merkezine
bağlı Melekli Beldesi yakınlarındadır. 1913 yılında yapılan kazılarda
Urartular'a ait bir mezarlık keşfedilmiştir. Ayrıca süs eşyaları, silahlar ve
mühürler de bulunmuştur.
- Kümbet :
- Koç Başlı Mezarlar :
Ayrıca
Iğdır'da Karakoyunlular ile ilgili 2 isim yerleşim birimlerine verilmiştir.
Bunlardan biri Karakoyunlu ilçesi, diğeri ise merkez ilçeye bağlı Kuzugüden
Köyü'dür. Iğdır'da bulunan Koç başlı mezar taşları Erzurum Kültür ve Tabiat
Varlıkları Koruma Kurulu'nca 1991 senesinde koruma altına alınmıştır.
En çok başlı
mezar heykeli bulunduran merkeze bağlı köyler; Aşağıerhacı, Bayraktutan,
Çakırtaş, Küllük, Yaycı köyleridir.
- Ermeni Soykırım" Anıt-Müzesi :
- Leylek Heykeli :
Iğdır şehir
merkezinin girişinde bulunan devasa iki leyleğin bulunduğu heykel; leyleklerin
Iğdır'ın sembollerinden biri olduğunu açıkça ortaya koymaktadır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder